4 Temmuz 2010 Pazar

Yaşam Döngüsü

İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması kapsamında, İstanbul Modern'in yanında bulunan, Liman İşletmelerine ait 5 no'lu anterpo, Sanat Limanı adıyla bir sergi alanı haline getirilmiş. Daha önce de bienal kapsamında kullanılmıştı burası; ama sanırım bu özel yılın sergileri için bir takım yeni düzenlemeler yapmışlar. Antrepoda 18 Temmuz'a kadar yer alacak olan, dünyaca ünlü Body Worlds & The Cycle of Life sergisine gittim bugün. Biraz tedirginlikle tabii.. En baştan söyleyeyim, tedirgin olacak bir şey yok :) İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki mumya daha ürkütücüydü. Bu sergi ise, gerçekten öğretici ve düşündürücü bence.

Peki neydi bu sergi? Gerçek insan vücutları ile insanın iç organlarını, kas, iskelet ve sinir sistemi yapısını gösteriyorlar. Ve serginin adı da Yaşamın Döngüsü olduğu için duvardaki yazılarla ve videolarla yaşlanma konseptini işliyorlar. Zaten herhalde insan vücudunun söz konusu olduğu bir yerde, yaşlanma kendiliğinden yer alır. Zaten ya vücudumuzun mükemmeliği ya da yaşlanması vurgulanır ya.. Neyse. Bu gerçek vücutlar "Beden Bağışçıları" denen insanlar tarafından, tamamen ne amaçla ve nasıl kullanılacağı bilerek bağışlanmış. Sergiye girerken bunu biliyordum; ama serginin sonunda "Beden Bağışı" ile ilgili detaylı bilgi veren bölüme geldiğimde gözlerim doldu. Gördüklerinizin mumya ya da heykel değil de, bir zamanlar bizim gibi kanlı canlı insanlar olduklarını ve az önce iliklerine kadar incelemiş olduğunuzu anladığınız bölüm burası. Plastinasyon denilen bir işlem ile vücutlar böyle akmadan, kokmadan sergilenebiliyormuş. Önce bağışçının vücudundaki tüm sıvılar, kan ve yağ alınıyormuş (emdirme diyorlar buna). Sonra antin kuntin yöntemiyle işte bu plastinasyon olayı yapılıyormuş, detayını okuyamadım, bir saatlik sergi gezisinden sonra daha fazla detayı kaldıracak gücüm kalmamıştı.

Sergiyle ilgili diyeceğim iki şey var aslında.. Birincisi yaşlanmak tabii ki. Serginin girişinde, insanların çocukluktan ölüme kadar yüzlerinin nasıl değiştiğini gösterdikleri birkaç dev ekran yer alıyor. Yani kaçışınız yok, o güzelim parlak pembemsi derilerin nasıl buruşup, kırışıp, solduğunu izliyorsunuz. Sonra plasentadan itibaren insan vücudu ve çeşitli parçaları başlıyor (Ben özellikle orasına burasına platin takılmış bedeni ilginç buldum. Ayak bileğimden çıkan platinin çok benzeri oradaki bedenin koluna takılmıştı. Kalçasında ve baldırında ise çok daha ağır modeller vardı). Ne diyordum? Evet, yaşlılık hepimizin sonu, kaçış yok; ama klasik, "Nasıl yaşlandığınız, vaktinizi nasıl geçirdiğiniz önemli" mesajı vermişler. Haklılar. Ben yaşlanmanın değil ama, yalnız yaşlanmanın korkunçluğunu hissettim orada gezerken. Şöyle bir önerme de vardı sergide: "Seks yalnızlığa ve depresyona iyi gelir. O nedenle yaşınız kaç olursa olsun, vazgeçmeyin." 

İkincisi de onların bir tespiti: Fiziksel bazı koşulların sanatçıların tarzını da etkilediğini söylüyorlar. Örnekleri ise Claude Monet ile Edgar Degas. Mesela Monet'de ileri derece miyop varmış, ameliyat olmuş. Sergide ameliyattan önceki bazı resimlerini koymuşlar ve tahminen bu resmi yaptığında görme kaybı şu kadardı deyip, o görme kaybı ile cisimlerin nasıl göründüğüne dair fotoğraflar eklemişler. Bakıyorsun, "E adam tarz falan yapmamış ki, dünyayı böyle görüyormuş zaten" oluyorsun :) Fiziksel göz kapandıkça gönül gözünün açılması olayı bu mu acaba?

Hiç yorum yok: