Yanılmıyorsam 8 Nisan akşamı Yahudilerin Bahar Bayramı ya da Özgürlük Bayramı diye de bilinen Hamursuz Bayramı başladı. Kendileri Pesah diyor, İngilizce’de ise Passover diye geçiyor. Bütün bu isimlerin bir sebebi var ve bu sebepler bildiğimiz eski hikayeye, benim hep Metallica’nın Creeping Death şarkısı ile anımsadığım, Musa ile Firavun’un hikayesine dayanıyor. Bu hikayeye inanan koca bir milletin olması bana çok ilginç geliyor. Hikayede bahsedilen mucizeler bir şekilde gerçekleşmiş olabilir, Musa telekinetik bir insan olabilir vs; ama firavunlar gerçekten bu kadar aptal ve hırslı mıydı?
Hikaye İsrailoğulları’nın geçmişiyle ilgili (Ki bu da ayrıca okumaya, öğrenmeye değer bir şey aslında..). İbrahim’in (Avraam/ Abraham) oğlu Yakup (Yaakov/ Jacob) 70 kişilik ailesini (İsrailoğulları/ Israelites/ The Children of Israel/ Hebrews/ İbraniler) Mısır’a getirir. Yakup’un oğlu Yusuf (Yosef/Joseph) burada genel vali olur ve İsrailoğulları Mısır’da çoğalmaya başlar. Ancak Firavun (Pharaoh) İsrailoğullarının güçlenmesinden korkar ve onları baskı altına almaya, köle olarak kullanmaya başlar. İsrailoğulları inşaat, büyük heykellerin dikilmesi, yol yapımı, taş ocaklarında çalışmak, taş taşımak gibi çok ağır işlere koşulurlar.
“Slaves! Hebrews born to serve to the pharaoh
Heed to his every word, live in fear!
Faith of the unknown one, the deliverer
Wait! Something must be done, four hundred years”
İbarnioğullarının büyük eziyet görüp ve acı çekmelerine rağmen çoğalmaya devam etmeleri üzerine Firavun da Mısır’da doğan bütün İbrani erkek bebeklerin öldürülmesini emreder (Bazı kaynaklara göre Nil’e atılmasını söylemiş). Bu emirden yaklaşık 1 yıl kadar sonra Yakup’un soyundan gelen Amram ile karısı Yohevet’in, kızları Miryam ve oğulları Aaron’dan (Harun) sonra bir erkek olan 3. çocukları dünyaya gelir (M.Ö.1392). Çocuğu firavunun askerlerine vermez/ Nil’e atmazlar ve sünnet edip 3 ay bakarlar. Fakat daha fazla bakamayacaklarını anlayınca bir sepetin içine koyarak Nil’e bırakırlar. O sırada 6-7 yaşlarında olan Miryam sepetin nereye gittiğini kıyıdan takip eder. Sepet Nil kıyısındaki sarayın önünden geçerken cariyeler tarafından farkedilir, kıyıya çekilir ve Firavun’un kızı prenses Batya’ya verilir. Prenses sünnetli olduğu için çocuğun İbrani olduğunu anlasa da bebeğe acır ve himayesine alır. Bebeğin adını Moşe (yani bildiğimiz Musa/ Moses) koyar (“Moşe” sudan çıkartılmış anlamına geliyormuş). Fakat çocuk hiçbir süt anneden süt emmez. Bunun üzerine Miryam prensese eğer isterse ona bir süt anne bulabileceğini söyler. Yohevet saraya getirilir ve kendi bebeğini emzirir ve besler. Moşe sarayda Mısırlı bir prens gibi büyütülür ve iyi bir eğitim alır; ama bir İbrani olduğunun bilincindedir. Firavun, Moşe’yi sevmekle birlikte ona güvenmemektedir. Danışmanlarının da verdiği tavsiyeyle çocuğu sınamaya karar verir. Bir kabın içine bir parça som altın ve bir adet kor haline gelmiş kömür koyarak Moşe’ye uzatır. Moşe, önce altının parlaklığına ve câzibesine kapılıp elini altına doğru uzatır; ama Cebrâil elini tutar ve kor kömürü alıp ağzına atmasını sağlar. Bu yüzden Moşe, hayatının sonuna kadar bir konuşma problemi yaşar ve bazı harfleri düzgün telaffuz edemez. Bir gün Moşe bir İbraniyle Mısırlı bir Kıptî’nin kavga ettiğini görür ve onları ayırmak için araya girer ve yanlışlıkla Mısırlıyı öldürür. Firavun olayı duyar ve Moşe’nin idamını ister. Bunun üzerine Moşe Mısır’dan kaçar, Midyan (Medyan) şehrine giderek oranın tapınağının kahini Yitro’nun kızı Tsipora ile evlenir. Midyan’da yetiştiriliş tarzının aksine çok basit bir yaşam sürer, çobanlık yapar. Koyunlarını güderken bir gün Horev dağının eteklerine gelir. Orası müthiş bir sessizlik ve yalnızlık içindedir. Tanrı yanan bir çalı halinde Moşe’ye kendini gösterir ve ona “Ben atalarının Tanrısıyım, Avraam’ın Tanrısıyım, Yitshak’ın Tanrısıyım ve Yaakov’un Tanrısıyım” der. Ona Mısır’da kölelik eden İsrailoğullarının feryatlarını duyduğunu, onları oradan kurtaracağını ve tekrar “süt ve bal ülkesine” geri götüreceğini anlatır (vaadedilmiş topraklar olayı herhalde). Moşe’ye onu halkının kurtarıcısı olarak seçtiğini söyler (Musa bu arada 80 yaşında falan). Moşe etkileyici ve akıcı konuşamadığı için Tanrı, ağabeyi Aaron’u “Moşe’nin ağzı” olarak tanımlar ve onu konuşmacı tayin eder. Moşe Mısır’a döner, Aaron’un yardımı ile halkına meseleyi açar, onları ikna eder (Bu arada halk da yaklaşık 210 senedir bu acıları çekiyor..) Yanına Aaron’u alan Moşe, saraya, Firavun’a gider (Bu arada diğer firavun ölmüştür; çünkü Mısır’da salgın hastalıklar baş göstermiştir. Bu yeni bir firavun abi. Tüm firavunlar da bir zalim, bir zorba ki sormayın. Mısır’ın havasından zannediyorum :)) “İsrailoğullarının Tanrısı adına rica ediyorum, halkımı bırak, gitsin...” (Şu ünlü “Let my people go” olayı.. "The God of Israel said, 'Let my people go, that they may serve me.") diye konuşur (Bu arada bazı kaynaklara göre bu “Let my people go” olayı, “Yeter ulan ettiğin zulüm, bırak halkımın yakasını” anlamında değil de aynen aktarıyorum: “Permit the Israelites to celebrate a feast in the wilderness” şeklindeymiş). Firavun güler, alay eder. Moşe, Tanrı’nın yardımı ile bir kaç küçük mucize gösterir. Firavun’un kahinleri de sihirbazlık numaraları ile aynı şeyleri yapıverirler. Firavun güler ve onları huzurundan kovar. Tanrı Moşe’ye onları, Mısır’dan çıkarmak için mucizeler göstereceğini söyler (Yahudiler Tanrı’nın “aslında bilerek ve isteyerek Firavun’un yüreğini katılaştırmakta ve İsrailoğullarına üstüste mucizeler göstererek onların güvenini ve imanını tam olarak kazanmak istemekte” olduğunu düşünüyorlarmış) Neyse efenim Tanrı Mısır’lıların başına 10 bela yağdırır:
Hikaye İsrailoğulları’nın geçmişiyle ilgili (Ki bu da ayrıca okumaya, öğrenmeye değer bir şey aslında..). İbrahim’in (Avraam/ Abraham) oğlu Yakup (Yaakov/ Jacob) 70 kişilik ailesini (İsrailoğulları/ Israelites/ The Children of Israel/ Hebrews/ İbraniler) Mısır’a getirir. Yakup’un oğlu Yusuf (Yosef/Joseph) burada genel vali olur ve İsrailoğulları Mısır’da çoğalmaya başlar. Ancak Firavun (Pharaoh) İsrailoğullarının güçlenmesinden korkar ve onları baskı altına almaya, köle olarak kullanmaya başlar. İsrailoğulları inşaat, büyük heykellerin dikilmesi, yol yapımı, taş ocaklarında çalışmak, taş taşımak gibi çok ağır işlere koşulurlar.
“Slaves! Hebrews born to serve to the pharaoh
Heed to his every word, live in fear!
Faith of the unknown one, the deliverer
Wait! Something must be done, four hundred years”
İbarnioğullarının büyük eziyet görüp ve acı çekmelerine rağmen çoğalmaya devam etmeleri üzerine Firavun da Mısır’da doğan bütün İbrani erkek bebeklerin öldürülmesini emreder (Bazı kaynaklara göre Nil’e atılmasını söylemiş). Bu emirden yaklaşık 1 yıl kadar sonra Yakup’un soyundan gelen Amram ile karısı Yohevet’in, kızları Miryam ve oğulları Aaron’dan (Harun) sonra bir erkek olan 3. çocukları dünyaya gelir (M.Ö.1392). Çocuğu firavunun askerlerine vermez/ Nil’e atmazlar ve sünnet edip 3 ay bakarlar. Fakat daha fazla bakamayacaklarını anlayınca bir sepetin içine koyarak Nil’e bırakırlar. O sırada 6-7 yaşlarında olan Miryam sepetin nereye gittiğini kıyıdan takip eder. Sepet Nil kıyısındaki sarayın önünden geçerken cariyeler tarafından farkedilir, kıyıya çekilir ve Firavun’un kızı prenses Batya’ya verilir. Prenses sünnetli olduğu için çocuğun İbrani olduğunu anlasa da bebeğe acır ve himayesine alır. Bebeğin adını Moşe (yani bildiğimiz Musa/ Moses) koyar (“Moşe” sudan çıkartılmış anlamına geliyormuş). Fakat çocuk hiçbir süt anneden süt emmez. Bunun üzerine Miryam prensese eğer isterse ona bir süt anne bulabileceğini söyler. Yohevet saraya getirilir ve kendi bebeğini emzirir ve besler. Moşe sarayda Mısırlı bir prens gibi büyütülür ve iyi bir eğitim alır; ama bir İbrani olduğunun bilincindedir. Firavun, Moşe’yi sevmekle birlikte ona güvenmemektedir. Danışmanlarının da verdiği tavsiyeyle çocuğu sınamaya karar verir. Bir kabın içine bir parça som altın ve bir adet kor haline gelmiş kömür koyarak Moşe’ye uzatır. Moşe, önce altının parlaklığına ve câzibesine kapılıp elini altına doğru uzatır; ama Cebrâil elini tutar ve kor kömürü alıp ağzına atmasını sağlar. Bu yüzden Moşe, hayatının sonuna kadar bir konuşma problemi yaşar ve bazı harfleri düzgün telaffuz edemez. Bir gün Moşe bir İbraniyle Mısırlı bir Kıptî’nin kavga ettiğini görür ve onları ayırmak için araya girer ve yanlışlıkla Mısırlıyı öldürür. Firavun olayı duyar ve Moşe’nin idamını ister. Bunun üzerine Moşe Mısır’dan kaçar, Midyan (Medyan) şehrine giderek oranın tapınağının kahini Yitro’nun kızı Tsipora ile evlenir. Midyan’da yetiştiriliş tarzının aksine çok basit bir yaşam sürer, çobanlık yapar. Koyunlarını güderken bir gün Horev dağının eteklerine gelir. Orası müthiş bir sessizlik ve yalnızlık içindedir. Tanrı yanan bir çalı halinde Moşe’ye kendini gösterir ve ona “Ben atalarının Tanrısıyım, Avraam’ın Tanrısıyım, Yitshak’ın Tanrısıyım ve Yaakov’un Tanrısıyım” der. Ona Mısır’da kölelik eden İsrailoğullarının feryatlarını duyduğunu, onları oradan kurtaracağını ve tekrar “süt ve bal ülkesine” geri götüreceğini anlatır (vaadedilmiş topraklar olayı herhalde). Moşe’ye onu halkının kurtarıcısı olarak seçtiğini söyler (Musa bu arada 80 yaşında falan). Moşe etkileyici ve akıcı konuşamadığı için Tanrı, ağabeyi Aaron’u “Moşe’nin ağzı” olarak tanımlar ve onu konuşmacı tayin eder. Moşe Mısır’a döner, Aaron’un yardımı ile halkına meseleyi açar, onları ikna eder (Bu arada halk da yaklaşık 210 senedir bu acıları çekiyor..) Yanına Aaron’u alan Moşe, saraya, Firavun’a gider (Bu arada diğer firavun ölmüştür; çünkü Mısır’da salgın hastalıklar baş göstermiştir. Bu yeni bir firavun abi. Tüm firavunlar da bir zalim, bir zorba ki sormayın. Mısır’ın havasından zannediyorum :)) “İsrailoğullarının Tanrısı adına rica ediyorum, halkımı bırak, gitsin...” (Şu ünlü “Let my people go” olayı.. "The God of Israel said, 'Let my people go, that they may serve me.") diye konuşur (Bu arada bazı kaynaklara göre bu “Let my people go” olayı, “Yeter ulan ettiğin zulüm, bırak halkımın yakasını” anlamında değil de aynen aktarıyorum: “Permit the Israelites to celebrate a feast in the wilderness” şeklindeymiş). Firavun güler, alay eder. Moşe, Tanrı’nın yardımı ile bir kaç küçük mucize gösterir. Firavun’un kahinleri de sihirbazlık numaraları ile aynı şeyleri yapıverirler. Firavun güler ve onları huzurundan kovar. Tanrı Moşe’ye onları, Mısır’dan çıkarmak için mucizeler göstereceğini söyler (Yahudiler Tanrı’nın “aslında bilerek ve isteyerek Firavun’un yüreğini katılaştırmakta ve İsrailoğullarına üstüste mucizeler göstererek onların güvenini ve imanını tam olarak kazanmak istemekte” olduğunu düşünüyorlarmış) Neyse efenim Tanrı Mısır’lıların başına 10 bela yağdırır:
1. Kan: Mısır’daki tüm sular kan olur.
2. Kurbağalar: Nil Nehri’nden çıkan kurbağalar tüm memleketi istila eder.
3. Bit: Mısır’daki tüm insan ve hayvanlar bitlerle dolarlar.
4. Yırtıcı hayvanlar: Yırtıcı hayvanlar şehri basarlar.
5. Bulaşıcı hayvan hastalığı: Bulaşıcı hastalıklar yüzünden ülkenin hemen hemen tüm hayvanları kırılır.
6. Yaralar: Mısırlıların vücutları yaralarla dolar
7. Dolu: Bütün ekin ve ağaçları mahfeden bir dolu yağar.
8. Çekirgeler: Bulut halinde gökten gelen çekirgeler arta kalan bitkileri mahfeder.
9. Karanlık: Üç gün ve üç gece her yer karanlık olur.
10. İlk doğan erkeklerin ölümü: Mısır’da bütün ilk doğmuş olanlar (Behorlar) ölürler. Ölenlerin arasında Firavun’un oğlu da vardır (Bu arada her beladan sonra Musa Firavun’dan tekrar rica ediyor, “Bak gözünü seveyim bırak bizi gidelim, daha fazla bela alma başına” diye; ama Firavun inat ediyor.. Ne zamanki belalar 10’a tamamlanıyor ve kendi oğlu ölüyor, o zaman bırakıyor...)
“Now
Let my people go, land of goshen
Go
I will be with thee
Bush of fire
Blood running red and strong
Down the Nile
Plague
Darkness three days long
Hail to fire
Die by my hand
I creep across the land
Killing first born man”
Son bela oluşacağı zaman, Tanrı Moşe’ye bütün İsrailoğullarının birer küçük kuzu kurban etmelerini, ondan akacak kanla evlerinin kapılarına işaret koymalarını ister. Böylece Tanrı bu işaretleri gördüğü her evi atlayacak ve o ev 10. beladan korunacaktır (“Kurban kanını gördüğüm her kapıdan atlayacağım”.. İşte Passover adı da buradan geliyor. Tanrının İsrailoğulları’nı kan olmadan göremiyor olmasının ilahi/manevi bir anlamı var olmalı diye düşünüyorum...)
“I
Rule the midnight air the destroyer
Born
I shall soon be there, deadly mass
I
Creep the steps and flood final darkness
Blood
Lambs blood painted door, I shall pass”
Firavun oğlunu kaybetmenin acısıyla kıvranmaktadır. Moşe’yi ve Aaron’u geceyarısı saraya çağırır. “Git” der, “Tanrın halkımın üzerinden belaları kaldırsın, İsrailoğullarını al ve git.” Böylece İbrani Takvimine göre Nisan ayının (Yahudiler de Nissan diyor) 15. gününde Exodus denen büyük göç başlar. Fakat öyle acele ayrılırlar ki ekmekleri mayalanacak vakit bulamaz, öylece mayasız yanlarına alırlar (Tevrat’a göre İsrailoğulları 70 kişi olarak geldikleri Mısır’dan 210 yıl sonra 600 bin kişi olarak ayrılmışlar ki bu sayıya kadınlar ve çocuklar dahil değilmiş).
3 gün sonra Firavun İsrail halkını serbest bıraktığına pişman olur ve ordusunu halkın peşinden yollar. Bu sıralarda İsrailoğulları da Kızıl Deniz sahillerine dayanır. Arkadan ordu, önden deniz tarafından çevrilip arada sıkışırlar ve göçün 7. gününde Tanrı Moşemusa ile konuşur ("Lift up your rod, stretch out your hand over the sea and divide it; and the children shall go into the midst of the sea on dry ground.") ve denizi bölmesini sağlar. İsrail halkı bölünmüş denizden karşı kıyıya geçerek kurtulur, onlar geçer geçmez sular tekrar birleşir ve arkalarında olan firavunun askerleri boğulur.
İşte o günden beridir bu 7 gün Yahudiler arasında Özgürlük Bayramı olarak kutlanır. Bu göç boyunca ataları mayasız ekmek yediği için onlar da mayalı hiçbir şey yemezler, bu nedenle Hamursuz Bayramı da denir. Ve bu hikayenin kuşaktan kuşağa aktarılması da kitaplarında emredilmiştir ("And thou shalt tell thy son"/“Olduğu gibi oğluna da anlatacaksın”).
İşte hikaye bu şekilde... Yahudiler Hamursuz Bayramı'nda hiçbir kabaran veya mayalanan ürünü tüketemeyecekleri gibi, buğday, arpa, çavdar, yulaf ve spelt adı verilen tahılları ve bundan üretilmiş yan ürünleri de (makarna, bira, ekmek, vd.) evlerinde bulunduramazlarmış. Bayram'dan önce evde büyük bir temizlik yapılır, her taraf elbiselerin ceplerine kadar aranarak bu türden ürünlerin evde bulunmaması sağlanır, evde unutulmuş bu türden bir ürün bayramdan sonra bulunsa dahi yenmezmiş.
Bayram akşamı için belirli prensiplere göre hazırlanmış sofra düzenine "Seder" denirmiş. Seder’de mutlaka mumlar, Agada Kitabı, şarap ve özel Seder tabağı olmalıymış (Mumları her bayramlarında kullanıyorlarmış. Sofrayı gururlandırdığını; onların ışığı ve sıcaklığı altında yapılan duaların huşu dolu ve samimi bir hava yarattığını düşünüyorlarmış). Agada Kitabı Tanrı’nın buyruğu gereğince Pesah öyküsünün anlatımını içeriyormuş. Agada’nın belirli bir yazarı yokmuş, Tevrat metinlerindeki bu konuya ilişkin yazılarla anlatılardan derlenmiş, şarkılar ve kutsama dualarıyla neşeli bir hale getirilmiş haliymiş.
Yemek töreni çocuğun sorduğu "Bu gecenin diğer gecelerden farkı ne?" sorusuna:
-Diğer geceler Hametz de yenebilir, ancak bu gece yalnız matsa yenir.
-Diğer geceler her türlü yeşillik yenebilir; bu gece ise yalnızca acı otlar yenir.
-Diğer geceler yediğimiz otları tuzlu suya banmayız ama, bu gece bunu iki defa yaparız.
-Diğer geceler yemeğimizi istediğimiz konumda yiyebildiğimiz halde bu gece hepimiz sol yanımıza yaslanarak yemeliyiz.
-Bu gecenin diğer gecelerden farklı şu ki; eğer Tanrı bizi kurtarmasaydı, halen esir bir millet olacaktık
diye cevap verilmesiyle başlarmış. Yaslanmanın sola doğru olması yemek yerken hazımla ilgili bir tersliğin oluşmaması içinmiş. Bu yaslanık duruş, dört bardak şarabın içilmesi, ilk parça Matsa’nın yenmesi ve Afikoman yenmesi sırasında zorunlu konummuş.
Seder düzeninde neşe katıcı unsurlardan bir başkası da "Arba Kosot" denen dört bardak şarabın içilmesiymiş. Bu şarap kırmızı olmalı ve herkes tarafından içilmeliymiş. İçilecek şarabın dört bardak olmasının nedeni bir izaha göre Tanrı’nın kullandığı;
- "Sizi çıkaracağım." (“I will bring out”)
- "Zor şeylerden geçirteceğim." (“I will deliver”)
- "Sizi kurtacağım." (“I will redeem”)
- "Sizi kendim için milletim olarak kabul edeceğim." (“I will take”)
şeklindeki sözlerinin her biri için birer bardak şarap içilmesiymiş. Bir kısım yorumcu bunu; dört tsitsitin olması, Tora’da Devarim hariç dört bölümün olması, Sukot’ta dört çeşit bitki kullanılması, Pesah’ta dört soru sorulması gibi Yahudi dinsel geleneğinde sık rastlanan dört sayısıyla ilişkilendirmekte iken, Yemenli Yahudiler "Sizi kutsal topraklara götüreceğim" şeklindeki Tanrı sözünü de bu hesaba dahil ederek beş bardak şarap içmekteymiş.
Yine inanışına göre Seder gecesi tüm Yahudiler Tanrısal koruma altında olduklarından, bütün Seder boyunca kapılar açık kalabilirmiş ve ihtiyacı olan, aç olan herkesin gelip sofraya katılması arzu edilirmiş. Seder gecesi, zengin ya da fakir olsun her Yahudi özgür ve bu nedenle de soylu sayıldığından başı dik ve özgürce davranmalıymış…
Benim araştırır ve okurken çok hoşuma gitti, dilerim okuyanların da gitmiştir :)
"So let it be written
So let it be done
I'm sent here by the chosen one
So let it be written
So let it be done
To kill the first born pharaoh's son
I'm creeping death"
2. Kurbağalar: Nil Nehri’nden çıkan kurbağalar tüm memleketi istila eder.
3. Bit: Mısır’daki tüm insan ve hayvanlar bitlerle dolarlar.
4. Yırtıcı hayvanlar: Yırtıcı hayvanlar şehri basarlar.
5. Bulaşıcı hayvan hastalığı: Bulaşıcı hastalıklar yüzünden ülkenin hemen hemen tüm hayvanları kırılır.
6. Yaralar: Mısırlıların vücutları yaralarla dolar
7. Dolu: Bütün ekin ve ağaçları mahfeden bir dolu yağar.
8. Çekirgeler: Bulut halinde gökten gelen çekirgeler arta kalan bitkileri mahfeder.
9. Karanlık: Üç gün ve üç gece her yer karanlık olur.
10. İlk doğan erkeklerin ölümü: Mısır’da bütün ilk doğmuş olanlar (Behorlar) ölürler. Ölenlerin arasında Firavun’un oğlu da vardır (Bu arada her beladan sonra Musa Firavun’dan tekrar rica ediyor, “Bak gözünü seveyim bırak bizi gidelim, daha fazla bela alma başına” diye; ama Firavun inat ediyor.. Ne zamanki belalar 10’a tamamlanıyor ve kendi oğlu ölüyor, o zaman bırakıyor...)
“Now
Let my people go, land of goshen
Go
I will be with thee
Bush of fire
Blood running red and strong
Down the Nile
Plague
Darkness three days long
Hail to fire
Die by my hand
I creep across the land
Killing first born man”
Son bela oluşacağı zaman, Tanrı Moşe’ye bütün İsrailoğullarının birer küçük kuzu kurban etmelerini, ondan akacak kanla evlerinin kapılarına işaret koymalarını ister. Böylece Tanrı bu işaretleri gördüğü her evi atlayacak ve o ev 10. beladan korunacaktır (“Kurban kanını gördüğüm her kapıdan atlayacağım”.. İşte Passover adı da buradan geliyor. Tanrının İsrailoğulları’nı kan olmadan göremiyor olmasının ilahi/manevi bir anlamı var olmalı diye düşünüyorum...)
“I
Rule the midnight air the destroyer
Born
I shall soon be there, deadly mass
I
Creep the steps and flood final darkness
Blood
Lambs blood painted door, I shall pass”
Firavun oğlunu kaybetmenin acısıyla kıvranmaktadır. Moşe’yi ve Aaron’u geceyarısı saraya çağırır. “Git” der, “Tanrın halkımın üzerinden belaları kaldırsın, İsrailoğullarını al ve git.” Böylece İbrani Takvimine göre Nisan ayının (Yahudiler de Nissan diyor) 15. gününde Exodus denen büyük göç başlar. Fakat öyle acele ayrılırlar ki ekmekleri mayalanacak vakit bulamaz, öylece mayasız yanlarına alırlar (Tevrat’a göre İsrailoğulları 70 kişi olarak geldikleri Mısır’dan 210 yıl sonra 600 bin kişi olarak ayrılmışlar ki bu sayıya kadınlar ve çocuklar dahil değilmiş).
3 gün sonra Firavun İsrail halkını serbest bıraktığına pişman olur ve ordusunu halkın peşinden yollar. Bu sıralarda İsrailoğulları da Kızıl Deniz sahillerine dayanır. Arkadan ordu, önden deniz tarafından çevrilip arada sıkışırlar ve göçün 7. gününde Tanrı Moşemusa ile konuşur ("Lift up your rod, stretch out your hand over the sea and divide it; and the children shall go into the midst of the sea on dry ground.") ve denizi bölmesini sağlar. İsrail halkı bölünmüş denizden karşı kıyıya geçerek kurtulur, onlar geçer geçmez sular tekrar birleşir ve arkalarında olan firavunun askerleri boğulur.
İşte o günden beridir bu 7 gün Yahudiler arasında Özgürlük Bayramı olarak kutlanır. Bu göç boyunca ataları mayasız ekmek yediği için onlar da mayalı hiçbir şey yemezler, bu nedenle Hamursuz Bayramı da denir. Ve bu hikayenin kuşaktan kuşağa aktarılması da kitaplarında emredilmiştir ("And thou shalt tell thy son"/“Olduğu gibi oğluna da anlatacaksın”).
İşte hikaye bu şekilde... Yahudiler Hamursuz Bayramı'nda hiçbir kabaran veya mayalanan ürünü tüketemeyecekleri gibi, buğday, arpa, çavdar, yulaf ve spelt adı verilen tahılları ve bundan üretilmiş yan ürünleri de (makarna, bira, ekmek, vd.) evlerinde bulunduramazlarmış. Bayram'dan önce evde büyük bir temizlik yapılır, her taraf elbiselerin ceplerine kadar aranarak bu türden ürünlerin evde bulunmaması sağlanır, evde unutulmuş bu türden bir ürün bayramdan sonra bulunsa dahi yenmezmiş.
Bayram akşamı için belirli prensiplere göre hazırlanmış sofra düzenine "Seder" denirmiş. Seder’de mutlaka mumlar, Agada Kitabı, şarap ve özel Seder tabağı olmalıymış (Mumları her bayramlarında kullanıyorlarmış. Sofrayı gururlandırdığını; onların ışığı ve sıcaklığı altında yapılan duaların huşu dolu ve samimi bir hava yarattığını düşünüyorlarmış). Agada Kitabı Tanrı’nın buyruğu gereğince Pesah öyküsünün anlatımını içeriyormuş. Agada’nın belirli bir yazarı yokmuş, Tevrat metinlerindeki bu konuya ilişkin yazılarla anlatılardan derlenmiş, şarkılar ve kutsama dualarıyla neşeli bir hale getirilmiş haliymiş.
Yemek töreni çocuğun sorduğu "Bu gecenin diğer gecelerden farkı ne?" sorusuna:
-Diğer geceler Hametz de yenebilir, ancak bu gece yalnız matsa yenir.
-Diğer geceler her türlü yeşillik yenebilir; bu gece ise yalnızca acı otlar yenir.
-Diğer geceler yediğimiz otları tuzlu suya banmayız ama, bu gece bunu iki defa yaparız.
-Diğer geceler yemeğimizi istediğimiz konumda yiyebildiğimiz halde bu gece hepimiz sol yanımıza yaslanarak yemeliyiz.
-Bu gecenin diğer gecelerden farklı şu ki; eğer Tanrı bizi kurtarmasaydı, halen esir bir millet olacaktık
diye cevap verilmesiyle başlarmış. Yaslanmanın sola doğru olması yemek yerken hazımla ilgili bir tersliğin oluşmaması içinmiş. Bu yaslanık duruş, dört bardak şarabın içilmesi, ilk parça Matsa’nın yenmesi ve Afikoman yenmesi sırasında zorunlu konummuş.
Seder düzeninde neşe katıcı unsurlardan bir başkası da "Arba Kosot" denen dört bardak şarabın içilmesiymiş. Bu şarap kırmızı olmalı ve herkes tarafından içilmeliymiş. İçilecek şarabın dört bardak olmasının nedeni bir izaha göre Tanrı’nın kullandığı;
- "Sizi çıkaracağım." (“I will bring out”)
- "Zor şeylerden geçirteceğim." (“I will deliver”)
- "Sizi kurtacağım." (“I will redeem”)
- "Sizi kendim için milletim olarak kabul edeceğim." (“I will take”)
şeklindeki sözlerinin her biri için birer bardak şarap içilmesiymiş. Bir kısım yorumcu bunu; dört tsitsitin olması, Tora’da Devarim hariç dört bölümün olması, Sukot’ta dört çeşit bitki kullanılması, Pesah’ta dört soru sorulması gibi Yahudi dinsel geleneğinde sık rastlanan dört sayısıyla ilişkilendirmekte iken, Yemenli Yahudiler "Sizi kutsal topraklara götüreceğim" şeklindeki Tanrı sözünü de bu hesaba dahil ederek beş bardak şarap içmekteymiş.
Yine inanışına göre Seder gecesi tüm Yahudiler Tanrısal koruma altında olduklarından, bütün Seder boyunca kapılar açık kalabilirmiş ve ihtiyacı olan, aç olan herkesin gelip sofraya katılması arzu edilirmiş. Seder gecesi, zengin ya da fakir olsun her Yahudi özgür ve bu nedenle de soylu sayıldığından başı dik ve özgürce davranmalıymış…
Benim araştırır ve okurken çok hoşuma gitti, dilerim okuyanların da gitmiştir :)
"So let it be written
So let it be done
I'm sent here by the chosen one
So let it be written
So let it be done
To kill the first born pharaoh's son
I'm creeping death"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder