19 Nisan 2009 Pazar

Soytarı

Geçen gün çok güzel bir gösteriye gittim. Adetim olmamasına rağmen soyunma odasına, sirke benzer gösterinin önemli bir parçası olan soytarıyı kutlamaya gittim. Aynı okuldan olduğumuzu öğrenince uzun bir süre muhabbet ettik. İşte anlattıkları:

Yüzümdeki makyajı çıkarmam çoğu zaman zor olur. Çünkü her seferinde makyajı abartırım. Boyarım da boyarım. Şimdi burada çok güzel saptama yapıyormuşçasına "Belki de yüzümü; ama gerçek yüzümü çok daha iyi saklamak için kat kat makyaj yapıyorum" desem fevkalade vurucu ve etkileyici olurdu! Lakin ne yazık ki alakası yok. Sadece makyaj yapmayı çok seviyorum ve abartmaktan çok keyif alıyorum o kadar.

Soytarıyım ben. Hiç şık bir meslek değil. İlginç geliyor gerçi insanlara. Dudaklar istihzayla bükülüyor kimi zaman da. "Hani şu bildiğimiz soytarı mı?" diyorlar. "Soytarının kaç türü var acaba?" diyorum canım ukalalık yapmak istiyorsa. Hiç uğraşmak istemiyorsam "Evet" diyorum "bildiğimiz soytarı".

En çok sorulan soru "Nereden aklınıza geldi?" Şimdi kesin siz de bu soruyu sormak üzeresiniz. Doğru ya bir insanın aklına neden gelsin ki soytarı olmak? Hoş bir etiket olmadığı kesin. Yükselme şansı yok bir kere. Belki baş soytarı olursun ve fakat nerenin? Ben kendimi baş soytarı ilan ettim en baştan ve hayatıma kariyerimin doruğunda başladım böylelikle!!! Buna itiraz eden kimse de olmadı şimdiye dek. Çünkü öyle güzel yapıyorum ki işimi, öylesine güldürüyorum ki herkesi... "Öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir."

Komiğim ben. Bu bir kader gibi.. Küçüklüğümden beri hep komiktim, sürekli herkesi güldürürdüm. Okul hayatımda bu özelliğim sayesinde hiç yalnız kalmadım. Bunda hiç zorlanmıyorum da.. Her zaman mutlu değilim. Hatta mutlu olduğum anlar o kadar nadirdir ki... Çoğu zaman bırakın mutsuz olmayı ölesiye dipteyim üstelik. Ne kadar mutsuzsam o kadar komiğim, o kadar enerjiğim, o kadar hareketliyim. Komedim acımdan besleniyor garip bir şekilde.

Nedir ki benim acım peki?

Bu hayatla bir türlü anlaşamadım ben. Diyeceksiniz ki hangimiz anlaştık ki? Hepimiz kavga ettik, didindik, süründük ama herkes bir şekilde ucundan tutunup devam etti, bir süre sorguladı, sonra unuttu ve kaptırıp gitti işte. Şimdi arada bir aklına geliyor. Ya diyor ben hayatımı böyle düşünmemiştim neydim ben n'oldum nereye gitmekteyim. Fakat en fazla bir hafta sürüyor, prozac alınıyor, alışverişe çıkılıyor, çocuk yapılıyor ve geçiyor. Bu bahsettiğim zaten küçük bir azınlık, diğerleri böyle şeyleri aklına bile getirmiyor.

Okulu bitirdikten sonra bir süre çok nezih, acayip şık bir bankada çalıştım. Fakat bu iş mideme zarar verdiği için bırakmak zorunda kaldım. Her gün eve gelip kusuyordum çünkü. Çalışmak haricinde soytarılık yapmak gerekiyordu ama çok daha şık bir şekilde. Müdürlere, müşterilere soytarılık yapmak gerekiyordu lakin bunu onları acıtmayacak şekilde yapmalıydın. Birilerini sürekli eğlendirmen gerekiyordu ve eğlendirirken okşaman aynı zamanda. Halbuki ben acıtıyordum çünkü ne düşündüysem söylüyordum ki bu genelde aslında ortada olan ama kimsenin söylemeye cesareti olmadığı için söylenmeyen şeyler oluyordu. Önce çok hoşlarına gidiyordum, seviyorlardı beni, çünkü gülüyorlar eğleniyorlardı. Fakat bir süre sonra güldükleri şeyin aslında hoşlarına gitmediğini anlıyorlardı, ağızlarında acı bir tat kalıyordu; çünkü ben çok şık paketleyemiyordum kendimi ve sunduklarımı. Daha doğrusu bir türlü ortama göre kişileri pohpohlayan, onları eyleyen bir yol tutturamıyordum. Bir kahkaha bombası atıyordum, kahkaha atıyorlardı ama çok kısa bir süre sonra ellerinde bomba kalıyordu ve o bomba patladığında ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Sadece çalışmak asla işe yaramadı, hiçbir zaman. Aslında çalışmak en önemsiz şeydi.

Oradan ayrıldıktan sonra bir sürü işe girip çıktım ama her yer çok başarılı "soytarılık" yapanlarla doluydu, ellerine su bile dökemiyordum. Beceriksizce dolanıp duruyordum. Deli gibi çalışıyor ama sözlerimi ve davranışlarımı ortama göre değiştiremiyor, mizahımı kendime şık bir takım olarak üstüme giyemiyordum. Tam son derece hoş bir şekilde ortamda salınırken içimden koca şapkalı bir soytarı çıkıyor "Salak salak şu haline bak!" diye çığlıklar atıyordu. Zaten başka türlüsü de elimden ve midemden gelmiyordu. Çok hassas bir midem vardır!

Aşık olmak için de çok çeşitli "soytarılıklar" yapman şarttı. Çok güzel giyinmen, çok güzel makyaj yapman, gereğince akıllı olman, yeterince espri yapman, yeterince güçlü olman, yeri gelince cilve yapman, ufak dokunuşlarda bulunman -ama asla fazlası değil- yeterince ilgilenmen, yeterince araman gerekiyordu. Ben tüm bu yeterince kararıncalar arasında herşeyde fazla kalıyordum. Fazla konuşuyor, fazla gülüyor, fazla zeki, fazla güçlü, fazla patavatsız, pervasız... Erkekler ilk buluşmadan sonra arkalarına bile bakmadan koşarak kaçıyorlardı. Aşık olduğum tek erkek neredeyse bir yıl süren birlikteliğimizden sonra oyunu kurallarına göre oynamam gerektiğini söyleyip beni terketti. Neydi oyun öğrendim sonra, ama hiç uygulayamadım: Kurcalama, düşünme, koş, çabala, al, koş, yala, koş, ez, kıvır, al, kazan, yala, koş, süslen, koş, süslen, koş, ez, koş.....

Eeeee tüm bunlar "soytarılık " değil de neydi acaba? "Öyleyse ben de açıkça soytarı olsam ne olur ki?" diyerek soytarı olmaya karar verdim. Üstelik "soytarılık" yapmıyorum, haysiyetli bir "soytarıyım". Oldukça da başarılıyım. Acıtan buran mizahımı sahnede seyrettikleri sürece seviyor insanlar, yeter ki bunun sadece gösteri olduğunu bilsinler. "Aman ne komik, ne değişik değil mi" diye birbirlerini dürte dürte gülüyorlar. Bense daha önce farklı işlerde çalışırken duyduğum kusma hissini hiç duymadan istediğim herşeyi söylüyorum. Nasılsa sadece bir gösteri olduğundan herşeyi söyleme, istediğim gibi davranma hakkına sahibim. Sırf bu özelliğim sayesinde orjinal görüldüğümden istediğim kadar abartabiliyorum da.
Midem de rahat böylece.

2 yorum:

decato dedi ki...

Biz insanciklarin en buyuk problemi ne biliyor musunuz? Eger gerekli kurumlari olusmus bir dine inanmiyorsaniz bir sikayet mercii yok. Yani oyle dimdizlak kaliyoruz.

Soytari basit, kaygili, yuzeysel, ve bilimum siradan nitelige sahip insanlardan bunalmis. Bir hayal kirikligi belki bu; dogmaya karar verdigimizde birileri bize hayatin guzel ve anlamli olacagini soylemis de, cika cika boyle bir dunya karsimiza cikmis sanki. Begenmezsek iade icin hangi numarayi aramamiz gerektigini sormamisiz, oyle kalakalmisiz.

Soytari artik rol yapmak zorunda olmadan ne istiyorsa soyledigi icin kurtulmus yukun bir kismindan. Ama hala ariyor sikayet makamini, icinden, sessizce.

Bundan baska hayat yok.

decato dedi ki...

Hayret, decato kisisi cok guzel bi yorum yapmis, ama kimse cevap vermemis.

Yorumsuzdur. (yani yoruma yorum yapilmamis)