4 Şubat 2010 Perşembe

Annelik Öylesine Kutsal Bir Duygu Ki (?)
























TV’da Çağla Şıkel var. Kırkı çıkmış ve podyumlara intikal etmiş. Enfes bir kırmızı elbise var üzerinde. Çok güzel gözüküyor. Çocuk sahibi olmak nasıl bir duygu diye soruyor muhabirler. "Çok ama çok güzel bir duygu" diyor. "Evet, evet, çok ama çok güzel bir duygu" diyorum ben de kendi kendime; ama ağzımdan çıkanlar şu an için hiç inandırıcı gelmiyor. Benim de kırkım çıktı. Şöyle bir kendime bakıyorum. Hakikaten bir içim suyum. Gece ikiden beri ayakta olduğum için gözlerimin altı mosmor, saçlarımı lastikle tepemde toplamışım, bir haftadır üzerimden çıkaramadığım geceliğin üzeri süt lekeleriyle dolu, yakası sürekli emzirmekten sünmüş, düğmeler memeler sürekli çıkarıldığı için açık zaten biri de kopmuş. Kucağımda yavrucak, bitmez tükenmez bir iştahla emiyor, on iki saattir aralıksız kendisiyle takıldığımızdan ve bu süre zarfında durmaksızın ağladığından şu anda bana hiç şirin gelmiyor.
Son yıllarda gösteri dünyasının ünlülerinin ellerinde bebeklerle verdikleri pozların da katkısıyla anne olmak neredeyse moda haline geldi. Fakat bu bildiğiniz eski anne modellerine benzemiyor. Sanki hamilelik ve doğum süreci yeterince zor değilmiş gibi şimdi bir de hamilelik sırasında son derece bakımlı, güzel ve fit olmanız, hamilelik bittikten sonra da kırkınız çıkar çıkmaz hamilelik öncesi kilonuz ve coşkunuzla ortalığa çıkmanız bekleniyor. Medyada doğum yapmış ve pırıl pırıl parlayan ünlü anneleri gördükçe kadınlara yüklenen bu yeni görevi içim burkularak seyrediyorum ve hayatlarında en azından bir defa verilen hamilelik sırasında kendini bırakma haklarının nasıl ellerinden alındığını gözlerimden bir damla yaş süzülerek izliyorum.
Gözlerimden yaşlar boşanmasının diğer sebebi ise hamileliğin ve doğumun bunca kutsal söylemlerle yüceltilmesine karşın bende sadece kıstırılmışlık duygusunu uyandırması. Öncelikle hamilelik döneminden başlarsak; bu uzun dokuz ay ilk başta vücudunuzun denetiminin, daha sonra buna bağlı olarak hayatınızın yönlendirilmesinin tamamen sizden çıktığı bir süreç. Hamileliği “analığın hissedildiği huzurlu bir dönem” ya da “öylesine güzel bir dokuz ay ki, yavrunu büyütmeye hazırlandığın” gibi sizi kandırmaya yönelik ve herhalde bu ayların acısını azaltmayı amaçlayan ve bu şekilde doğumların sürmesini sağlayan, üzerinde görüş birliğine varılmış ortak yargılara sakın inanmayın! Bu dokuz ay vücudunuz hızla büyüyüp tüm hareket alanınızı kısıtlarken, vücudun tüm bölümleri çeşitli şekillerde farklılaşırken acaba nasıl bir hazdan bahsedilebilir? Eğer sigara ve içkinin katıldığı sosyal ortamların vazgeçilmez bir üyesi iseniz, okuma-yazma etkinliklerinize eşlik eden çay ve kahvenin tiryakisi iseniz tüm bunlara hoşçakal diyeceksiniz ve evinizde geçireceğiniz ve süt içeceğiniz bir dokuz aya şimdiden hazırlıklı olacaksınız. Bu arada hamilelik süresince bizzat yaşadığınız ve açıkça belli olan gerçekleri dile getirmenizin diğerleri tarafından nasıl hayretle ve kınamayla karşılandığını da görebilirsiniz. Misal: "Ne kadar uzunmuş bu hamilelik yeminlen böyle olduğunu bilsem kalkışmazdım!" Hemen gözler büyüyecek ve dokuz ayın uzun ama ne kadar anlamlı olduğundan bahsedilecektir. Siz ilk aylar bir yandan yandan kusarken, sonraki aylar birdenbire yaşamınızdan çıkanların –içki, sigara, gezme-tozma, prozac vb- yerine koyduğunuz yeme eylemini gerçekleştirirken bu anların kutsiyetini, anlamını hissedebiliyosanız bravo! Tabii bu arada teyze terörü yavaş yavaş başlamaktadır: Teyzelerin, annenin, kayınvalidenin insanın içten içe kıyan tüketen terörü. Hamilelik boyunca “şunu yersen kızın kısa olur, şunu böyle yaparsan oğlun tuhaf olur” gibi binbir çeşit bilgiyle sizi yemiş olan ve inanmadığınız halde içten içe kendinizin bile utandığınız “yoksa, acaba?” gibi sorularla şüpheye düşmenize neden olan sonsuz bilgi bombardımanına tutan teyzeler tabii ki doğumdan sonra da bu işlevlerine devam edeceklerdir.
Doğum gerçekleşmiş, hamilelik bitmiştir. "Bebeğimi gördüğüm anda yukarıdan bir hale indi, başıma kondu, o andan itibaren tüm dünyayı bembeyaz bir bulut içerisinde görmeye başladım" masalını serumların, dikişlerin dayanılmaz acısının ve sondanın arasından boş yere görmeye çalışırsınız. Her yerinizden birşeyler çıkarken ağlayan mor-pembe bir ufak şeyi memenize verirler ki emzirin. Yine son yıllarda moda olan kesinlikle normal doğum yapma arzusunu siz de zorlamış; ama başaramamışsınızdır. Eve gelirsiniz, karnınız sanki içinden birşey çıkmamışçasına sizden ayrı bir organizma olarak yaşantısına devam etmekteyken teyze terörünün doğum sonrası ilk ayağı olan "Sütün var mı kızım?" başlar. Sütün gelmesi veya gelmemesi siz ne kadar mastırlar doktoralar yapsanız da, ne kadar güzel bir titriniz olsa da tüm bunları önemsizleştiren ve cv’nizin en başına koyacağınız en önemli niteliğiniz olacaktır. Yok eğer gelememişse veya azsa işte o zaman şu dünyada şimdiye dek yaptığınız herşey boşunadır. Sütünüz azdır veya yoktur, o zaman siz bir hiçsiniz! Hemen süt getirici ne kadar ne varsa ve kilonuza kilo katacak, zaten bozuk moralinizi daha da bozacak herşey ağznıza sokulur. Bebek sürekli ağlamakta ve geceler uykusuz geçmekte, zaten birşey yiyecek haliniz bulunmamaktadır. Ve fakat bunların hiçbir önemi yoktur, vücudunuz yine sizin değildir, o “taşıyıcı”lıktan “besleyici”liğe geçmiştir ve bu işlevi yerine getirmek için herşeyi yapmaya zorunlusunuzdur.
Hamilelik ve annelik tabii ki yaşanması gereken farklı deneyimler; fakat bu deneyimin kan, ter ve gözyaşıyla sarılmış gerçek kısmının değil de sürekli olarak ve illa ki nurlara bezenmiş, ulvi bir olay gibi gösterilmesi, bu konuda kadınların üzerinde sözbirliği yapmışçasına çalışmaları beni gizli bir doğum şebekesinin varlığı konusunda ciddi şüphelere sürüklüyor. Yoksa kadınların büyük bir heves ve istekle sürekli doğurmalarını başka neye bağlayabiliriz ki?!!

Hiç yorum yok: