Geçtiğimiz Pazar günü hava çok güzeldi. Tam benim sevdiğim gibi: serin ve güneşli. Geç ve uzun bir kahvaltı sonrasında birden aklıma daha önce hiç gitmediğim Arkeoloji Müzeleri düştü. Heykellerin serinliğinde huzur bulacağım, bambaşka gizemli dünyalara içsel yolculuklar yapacağım hayaliyle çıktım yola.. Ama daha bahçesinden girer girmez bi olmamışlık hissi kapladı içimi. Binalar çok güzeldi, avlu çok güzeldi, ağaçlar çok güzeldi, kediler çok güzeldi.. ama bir şey olmamıştı. Anlamadım ne olduğunu, içeri girdim. Devasa bir tanrı heykeli karşıladı beni.. Bes.. Eski Mısır'ın korkunç cüce görünümlü koruyucu Tanrısı.. Ona selam verip sağa yöneldim; ama birden bir uygarlığın ortasına düştüm. Önce solu gezmem gerektiğini düşünerek oradan çıkıp sola döndüm. Bu sefer de kendimi bir cinayet mahaline girmiş gibi hissettim. Sebeplerinden biri Sidon Kralı Tabnit'in oldukça rahatsız bir şekilde bir cam fanusun içinde uzanmış olmasıydı. Kaburgaları kırılmış, iskeletinin bazı parçaları kopmuş; ama iç organlarının bazıları, derisinin bazı bölümleri ile saçının bir kısmı hala duruyor. Nedense kendisinin acaip rahatsız olduğunu hissettim bu "tüm çıplaklığıyla" sergilenme işinden.. Ne hakkımız var ki onu öyle sergilemeye, sırf bizden yüzlerce yıl önce yaşadı diye?.. Mezar taşına şöyle yazdırmış Tabnit: "Ey mezarımı bulan kişi, her kim olursan ol lahtimi açma, huzurumu bozma. Çünkü yanımda ne gümüş, ne altın, ne de define vardır. Mezarımı açarsan nesilden ve nesepten mahrum kal ve ölüler arasında yatacak yer bulma." Daha fazla bakamadan doğruca lahitlere gittim. Lahitler, beklediğim üzere, oldukça çarpıcı.. Eski insanların görselliğe ve dokunsallığa olan bu düşkünlüğü karşısında ülkemizin, insanımızın, kültürümüzün bu işleri vakit ve enerji kaybı olarak görmesi ve önemsememesi ne garip. Ve heykeller.. Cinayet mahali hissinin ikinci sebebi.. Kafaları, kolları, cinsel organları, bacakları kopmuş, kırılmış heykeller.. Bir an bir kabusun içindeymişim gibi geldi. O eksiklik ve hüzün duygusunu kaldıramadım. Bahçeye çıktım. Yine çok güzel ve huzurlu görünüyordu. Biraz oturdum, su içtim, ağaçları izledim, rahatladım. Bir müze gezintisinin böyle etkiler yaratması da tuhaf.. Ama yine gideceğim.. Bu kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder