7 Eylül 2008 Pazar

Gia



Dün tatilden döndüm ve döner dönmez de tuhaf bi boşluğun içine düştüm (Bir süredir hissetmediğim, eski dostum, Koko'nun Böcek yazısında bahsettiği o boşluk..). Bir yandan da hem bütün bir hafta boyunca her an birlikte olduğum insandan kurtulmuş olmanın ruhsal rahatlığı, hem ona alışmışken birden yalnız kalmanın depresifliği, onun özlemi, hem aile evinin insanın üzerine birden tüm yoğunluğuyla çöküveren "iyiniyetli" baskı ve merakının sıkıntısı doldurdu içimi, daraldım. Odama ve filmlere sığındım. Amores Perros ile Gia arasında kararsız kaldım. Amores'i bu halde kaldıramayacağımı düşünüp daha hafif bir film olduğunu sandığım Gia'yı izlemeye karar verdim. Film daha hafifti belki; ama Gia'nın yaşam öyküsü mahvetti beni. Frida'dan beter oldum. Çok tuhaf, Frida'nın yaşamı bana güç ve ilham verir, yaşama sevinci aşılarken, O ölürken "Umarım bir daha gelmem" demiş. Gia'nın hayatını izlerken hiç böyle olumlu bir his geçmedi bana; ama Gia ölürken "Bugün de olsa aynı şeyi yaparım, herşeye rağmen değdi" demiş..

Filmde Gia'yı Angelina Jolie canlandırmış. Bu rolüyle ödül almış ve evet, belki de iyi oynamış; ama gerçek Gia'yı gördükten sonra kendisinin bu role hiç yakışmadığını düşündüm. Angelina Jolie'yi beğenirim; ama gerçek Gia, Angelina'dan daha güzelmiş bence. Ya da güzelliği daha dokunaklı, daha masum, daha savunmasız, daha doğal ve bu nedenlerle bence daha çekiciymiş. Angelina'nın kendini beğenmişliği her rolünde bakışına ve duruşuna yansıyor.. Masum görünmekte zorlanıyor. Neyse.. Gia'nın hikayesi çok klasik. Çocukken anne ve babasının şiddetli kavgalarına ve nihayetinde ayrılmalarına şahit olan, yalnız, sevgiye muhtaç, güzel bir kız. Hayattan ne istediğini bilemeyen bir isyankar. Bir gün bir gece klubünde keşfediliyor ve fotomodel olarak hızla yükseliyor. Ama o acımasız dünyada sorunları, yalnızlığı ve çaresizliği giderek artıyor, o da çözümü önce kokain ve marihuanada, daha sonra da eroinde arıyor.. Uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle kariyerinde hızlı bir inişe geçiyor. Ve en sonunda bu hastalığa yakalandığı teşhis edilen ilk kadın olarak AIDS'ten ve çirkin ölüyor. Filmde annesinin anlattığına göre doktorlar cesedini yatağından kaldırmaya geldiklerinde vücudundaki yaralar yüzünden sırtı yatağa düşüyor..

Çok klasik bir acıklı hikaye, evet.. Ve tek örnek de değil.. Ama Gia'nın çaresizliği, sevgiye, sevilmeye olan ihtiyacı, dışarıdan bakıldığında herkesin yerinde olmak istediği kişiyken içerdeki huzursuzluğu ve mutsuzluğu beni çok etkiledi. Belki de bazı yönlerden bana kendimi ve kendi çaresizliklerimi hatırlattı, bilmiyorum. Ama çok ağlattı beni gece gece.. Sanırım yanlış filmi seçmişim..

Hiç yorum yok: