Seçtikleri oyunlar, sahneleyiş biçimleri ve gerçeküstü oyunculuklarıyla son yıllarda tiyatroya azalan inancımın yeniden coşkuya dönüşmesini sağlayan Dot Tiyatrosu 2006/2007 sezonunda Tracy Letts'in Bug (Böcek) adlı oyununu sahneye koydu. Tülay Günal ve Alper Kul'un inanılmaz başarılı performanslarıyla Dot Tiyatrosu'nun diğer oyunlarında olduğu gibi bu oyun da insan varlığının karanlık ve aslında en sahici yüzünü anlattı bize.
“Konuştuğumuz tek konu böcekler. Başkalarıyla anlamsız, boş konuşmaktansa seninle böcekler hakkında konuşmayı tercih ediyorum. Zaten anlatacak birşeyim de yok, mutsuzluğum dışında. Kimse sürekli bunu dinlemek istemez. Mesela ben istemem. Bıktım. Her şeyden. Berbat hayatımdan, çamaşırhaneden, süpermarketlerden, salak evliliklerden, kaybolan çocuklardan, herşeyden bıktım. Lyod... Hayatımın tek mutluluğuydu.”
Agnes hayatının tek mutluluğu 6 yaşındaki oğlu Lyod'u bir markette kaybetmişti. İki saniyeliğine soğan almak için gitti, döndüğünde oğlu yoktu. Senelerce aradı ama bulamadı. Mutsuzdu.. O kadar mutsuzdu ki içki denizinde boğup yoketmeye çalıştığı yalnızlığı hiç azalmıyor aksine gün geçtikçe daha da büyüyordu. Eski kocası hapisten yeni çıkmıştı ve bu serseri bir türlü onu rahat bırakmıyordu. Bir motel odasında içki ve uyuşturucu ile sürüklediği hayatı bir kız arkadaşının getirdiği delikanlı ile değişti.
Kırılgandı bu delikanlı -Peter-, çok değişikti, hatta tuhaftı. Yalnızlıktan ölmek üzere olan Agnes bir kere beraber olduğu bu çocuğu sarıp sarmaladı, ama ortaya birden böcekler çıktı. Peter'ın her tarafı böceklerle doluydu daha doğrusu böcekleri sadece o görüyordu .... önceleri. Bu genç adam, Irak'ta askerlik yaparken denek olarak kullanıldığını, vücuduna hükümet tarafından binbir türlü şey enjekte edildiğini söylüyordu. Bu böcekler onun kanıyla besleniyorlardı ve hepsi devletin kendi eliyle yürüttüğü deneylerin bir sonucuydu. Agnes'la beraber böcek avına başladılar, birbirlerinin vücutlarındaki böcekleri -ki deri altına yerleşiyorlardı- kazıyıp çıkartıyor, Lyod'un oyuncakları arasından çıkan bir mikroskopla inceliyorlardı. Agnes Peter'la beraber olduğu için böcekler onun vücudunu da sarmıştı. Agnes kız arkadaşıyla beraber cilt doktoruna gitti ve doktor ona yaraları kendilerinin yaptğını söyledi, böcek yoktu. Agnes böceklerin olmadığını iddia eden -tek- arkadaşını evden kovdu. "Hiç birşeye sahip değilim, ben sadece ona sahibim. Bir şeye sahip olma hakkım yok mu?" Delikanlıyla beraber tutunacak bir dal, bir amaç, bir ortak çatı yakalamıştı. Gerçek veya yanılsama önemli değildi, önemli olan yalnızlığını paylaştığı bu adamla beraber olmak, bir şeye karşı elele tutuşabilmekti.
Boşluktayız, boşlukta sallanıyor hayatlarımız, yapayalnızız ve bunlara karşı koyabilmek için en küçük bir fırsat bile yakalasak bırakmıyoruz. Bırakmadı Agnes. Her ne kadar kuşkuları olsa da böceklerin varlığına ilişkin onu kaybedeceğini, yalnızlığına döneceğini ve savaşma amacını kaybedeceğini anladığı an böceklere inanmayı tercih etti.
Agnes'ın eski kocası, eve bir psikiyatrist getirdiğinde çift vücutlarını kesip böcekli kısımları yoketmekle meşguldüler. Doktor Agnes'a delikanlının aslında paranoid şizofren olduğunu anlatmaya çalıştı. Agnes oysa çok mutluydu ve bunu kimseye vermeye niyeti yoktu. Doktoru öldürdüler, yaşama amacını elinden almaya çalışıyordu çünkü. Agnes sonunda tüm acılarının kaynağını buldu. Buydu işte bu, yürütülen projenin başarıya ulaşabilmesi için Agnes'ın bu acıları çekmesi gerekiyordu. Bu kadar acı çekmesinin bu kadar mutsuz olmasının bir sebebi, bir zanlısı vardı. O da insanların vücutlarına çip yerleştirerek onları işadamları ve politikacılardan oluşan grubun dünya üzerinde egemenliklerini devam ettirebilmek için insanlara zerkettikleri çipler -böcekler- vasıtasıyla yürüttükleri proje idi. Bu projeye son vermenin tek yolu vardı. Çiftleşerek bu projenin devamını sağlamışlar ve böceklerin çoğalmasına yol açmışlardı. Yokedilmeleri gerekliydi ancak bu şekilde bu korkunç başeğme ortadan kaldırılabilirdi. Üzerlerine benzin döküp çakmağı yaktıklarında mutluydu Agnes. Herşey yerli yerine oturmuştu. Zincirin ortasında en azından bir boşluk yaratmıştı. Sebebini hiç bilemediği acıları bir amaca yönelik olarak onu yoketmişti. Değersiz varlığı ve yalnızlığı anlamlıydı aslında bir anlamı vardı içkiyle uyuşturduğu vücudunun. Tüm bu devam edip giden çürütüp yokeden düzenin anahtarıydı aslında bu değersiz hayatı. Ama buna izin vermeyecekti.
Bomboşuz, bazen yuvarlanıp sürüklenip gidiyoruz. Anlam, amaç herşey yokolup gidiyor bir yerden sonra bazen. Yalnızlıklar içinde kıvranıyoruz. Uzağız birbirimize çok uzak. Varolan düzeni sürdürüp gidebilmemiz için bir proje var belki de... Böcekler var vücudumuzda dolaşan, acıyla katılıp kalsak da yürüyüp giden düzende yürümemiz için bizi itekleyen. Yok etmek lazım onları ama kendimizi yoketmeden ne zor!!! Bir çakmak,bir kurşun, bir düzine hap herşeyi çok çabuk halledecekken.. Ama eğer bir anlığına da anlam verecekse herşeye belki de değer. Bir anlam için...
“Konuştuğumuz tek konu böcekler. Başkalarıyla anlamsız, boş konuşmaktansa seninle böcekler hakkında konuşmayı tercih ediyorum. Zaten anlatacak birşeyim de yok, mutsuzluğum dışında. Kimse sürekli bunu dinlemek istemez. Mesela ben istemem. Bıktım. Her şeyden. Berbat hayatımdan, çamaşırhaneden, süpermarketlerden, salak evliliklerden, kaybolan çocuklardan, herşeyden bıktım. Lyod... Hayatımın tek mutluluğuydu.”
Agnes hayatının tek mutluluğu 6 yaşındaki oğlu Lyod'u bir markette kaybetmişti. İki saniyeliğine soğan almak için gitti, döndüğünde oğlu yoktu. Senelerce aradı ama bulamadı. Mutsuzdu.. O kadar mutsuzdu ki içki denizinde boğup yoketmeye çalıştığı yalnızlığı hiç azalmıyor aksine gün geçtikçe daha da büyüyordu. Eski kocası hapisten yeni çıkmıştı ve bu serseri bir türlü onu rahat bırakmıyordu. Bir motel odasında içki ve uyuşturucu ile sürüklediği hayatı bir kız arkadaşının getirdiği delikanlı ile değişti.
Kırılgandı bu delikanlı -Peter-, çok değişikti, hatta tuhaftı. Yalnızlıktan ölmek üzere olan Agnes bir kere beraber olduğu bu çocuğu sarıp sarmaladı, ama ortaya birden böcekler çıktı. Peter'ın her tarafı böceklerle doluydu daha doğrusu böcekleri sadece o görüyordu .... önceleri. Bu genç adam, Irak'ta askerlik yaparken denek olarak kullanıldığını, vücuduna hükümet tarafından binbir türlü şey enjekte edildiğini söylüyordu. Bu böcekler onun kanıyla besleniyorlardı ve hepsi devletin kendi eliyle yürüttüğü deneylerin bir sonucuydu. Agnes'la beraber böcek avına başladılar, birbirlerinin vücutlarındaki böcekleri -ki deri altına yerleşiyorlardı- kazıyıp çıkartıyor, Lyod'un oyuncakları arasından çıkan bir mikroskopla inceliyorlardı. Agnes Peter'la beraber olduğu için böcekler onun vücudunu da sarmıştı. Agnes kız arkadaşıyla beraber cilt doktoruna gitti ve doktor ona yaraları kendilerinin yaptğını söyledi, böcek yoktu. Agnes böceklerin olmadığını iddia eden -tek- arkadaşını evden kovdu. "Hiç birşeye sahip değilim, ben sadece ona sahibim. Bir şeye sahip olma hakkım yok mu?" Delikanlıyla beraber tutunacak bir dal, bir amaç, bir ortak çatı yakalamıştı. Gerçek veya yanılsama önemli değildi, önemli olan yalnızlığını paylaştığı bu adamla beraber olmak, bir şeye karşı elele tutuşabilmekti.
Boşluktayız, boşlukta sallanıyor hayatlarımız, yapayalnızız ve bunlara karşı koyabilmek için en küçük bir fırsat bile yakalasak bırakmıyoruz. Bırakmadı Agnes. Her ne kadar kuşkuları olsa da böceklerin varlığına ilişkin onu kaybedeceğini, yalnızlığına döneceğini ve savaşma amacını kaybedeceğini anladığı an böceklere inanmayı tercih etti.
Agnes'ın eski kocası, eve bir psikiyatrist getirdiğinde çift vücutlarını kesip böcekli kısımları yoketmekle meşguldüler. Doktor Agnes'a delikanlının aslında paranoid şizofren olduğunu anlatmaya çalıştı. Agnes oysa çok mutluydu ve bunu kimseye vermeye niyeti yoktu. Doktoru öldürdüler, yaşama amacını elinden almaya çalışıyordu çünkü. Agnes sonunda tüm acılarının kaynağını buldu. Buydu işte bu, yürütülen projenin başarıya ulaşabilmesi için Agnes'ın bu acıları çekmesi gerekiyordu. Bu kadar acı çekmesinin bu kadar mutsuz olmasının bir sebebi, bir zanlısı vardı. O da insanların vücutlarına çip yerleştirerek onları işadamları ve politikacılardan oluşan grubun dünya üzerinde egemenliklerini devam ettirebilmek için insanlara zerkettikleri çipler -böcekler- vasıtasıyla yürüttükleri proje idi. Bu projeye son vermenin tek yolu vardı. Çiftleşerek bu projenin devamını sağlamışlar ve böceklerin çoğalmasına yol açmışlardı. Yokedilmeleri gerekliydi ancak bu şekilde bu korkunç başeğme ortadan kaldırılabilirdi. Üzerlerine benzin döküp çakmağı yaktıklarında mutluydu Agnes. Herşey yerli yerine oturmuştu. Zincirin ortasında en azından bir boşluk yaratmıştı. Sebebini hiç bilemediği acıları bir amaca yönelik olarak onu yoketmişti. Değersiz varlığı ve yalnızlığı anlamlıydı aslında bir anlamı vardı içkiyle uyuşturduğu vücudunun. Tüm bu devam edip giden çürütüp yokeden düzenin anahtarıydı aslında bu değersiz hayatı. Ama buna izin vermeyecekti.
Bomboşuz, bazen yuvarlanıp sürüklenip gidiyoruz. Anlam, amaç herşey yokolup gidiyor bir yerden sonra bazen. Yalnızlıklar içinde kıvranıyoruz. Uzağız birbirimize çok uzak. Varolan düzeni sürdürüp gidebilmemiz için bir proje var belki de... Böcekler var vücudumuzda dolaşan, acıyla katılıp kalsak da yürüyüp giden düzende yürümemiz için bizi itekleyen. Yok etmek lazım onları ama kendimizi yoketmeden ne zor!!! Bir çakmak,bir kurşun, bir düzine hap herşeyi çok çabuk halledecekken.. Ama eğer bir anlığına da anlam verecekse herşeye belki de değer. Bir anlam için...
2 yorum:
Okuduktan sonra düşününce bu böceklerin farklı farklı türde olduğunu düşündüm içimizde.Ölünce böcekler dolaşacaktı üstümüzden içimize yaşarken de dolaşması bir şeyi değiştirmiyor işte.Belki de kimini evcilleştirmeli,kimini de yabani bırakmalı.Yüzerken hepsi dökülüyor olmalı.Kemirmiyor sanki, ondan biliyorum.
Peki bu böcekleri kolaylıkla evcilleştirebiliyor ya da yabani bırakabiliyorsak bunca deliliğin sebebi ne dersin?Ya da bunca acının,kendinle savaşmanın,tükenmenin?
Yorum Gönder